O'nun Adı Ömür!
Şehiriçi otobüsün bunaltıcı kalabalığıyla gürültünün arasında kaybettiğim dengemin boşalan koltuğa oturup, karşımda O'nu gördüğümde ismini koyamadığım farklı bir duyguyla değiştiğini damarımda akan kanda bile hissettim. Kalp ritmimde düzensizlikle beraber bakışlarım istemsizce O'nun yüzüne kilitlendi..
Tedirgin gözleri bir sağa bir sola doğru hızlı hareketlerle gidip geliyordu. Bakışları hiç bakmadığım gibi bakıyordu kuru görüntülere. Herşeye hakim ve herşeyi boşvermişlik ikilemi arasında evrenin o küçücük alanında hükmediyordu tarihin tozlu ve çetin yaşanmışlıklarına..
Bu adam kimdi? Yüzü nasıl olur da herkesten farklı şeyler anlatıyordu?
Hava rüzgarlı ama sıcaktı. Kışı ardında bırakan bu mevsimde üzerine kazak ve üstüste iki mont giyinmişti. Korktuğu, soğuğun bedenine çarpması mı yoksa insan ömrünün bitirebileceği sebepler mi diye düşünürken gözlerime hiç bakmaması huzurumu kaçırmıştı. Gözünün içine bakmak isteği içinde toplumun tanımadığın birine bu kadar bakma durumunu hoş karşılanmayacağı ayrıca karşımdaki kişiyi rahatsız edebilmesi olasılığı en son umrumda olacak şeydi.
Bir insanın her zerresine ilk defa bu kadar dikkatli bakıyordum. Kafasındaki bere altında hangi saç renginin olduğunu düşündürüyordu. Birbirine yapıştırdığı bacakları.. üstüne güç almak için birbirine sıkıca kenetlediği ellerinin verdiği mağrur duruş ve parmaklarının arasından bacağına inen içinde iki ekmek olan market poşeti..
Huzur ve tedirginlikle sağa sola bakmayı sürdürüyordu gözleri.. Yüzü konuşuyordu sürekli.. Sayamadığım ama çok fazla olduğunu gördüğüm yüzündeki kırışıklıklar sadece yaşını değil koskocaman bir ömrü anlatıyordu..
Görmüş, geçirmiş.. Hepimizin uğruna nefes aldığı, kurbanı olduğumuz isteklerimizle, bitmeyen hırslarımızla, açgözlü ve vahşi düzenin içinde yer edinme telaşımızla, yaşamadığımız hayatın koşuşturmasıyla dalga geçiyordu çocuksu ifadesi.O farklıydı.. Elini, eteğini çekmişti. Çocukluk dönemi, gençlik dönemi, hayatı, hayalleri, ilişkileri, koşuşturmaları çoğu insandan farklıydı. Yüzünün ifadeleri, feri sönmüş gözleri yabancılaşmıştı artık dünyaya..
Hangi zamana aitti? Biz hangi zamana aidiz? İnsanlar doğru zamanda mı doğar, ölür sorusunun canlı haliydi..
Tüm bu kargaşa içinde bitmesini istemediğim filmini izledim gözlerinde ve yüzündeki kırışıklıklar mahzun bir şarkıyı çalıyordu. Hareketlenmesiyle kendime geldim ve ayrılık vaktinin geldiğini anladım. Elinde 'Hala ölmedim, yaşıyorum ve evime ekmek götürebiliyorum!' duruşunu yansıtan poşeti ve yaşama mecburiyeti içindeki ölü bedeni gururlu bir havayla yanımdan geçerken, gerçek hayata beni döndüren şey elindeki poşetten sızan ekmek kokusuydu..
O'na nasıl sesleniyorlar bilmiyorum ama O'nun adı ÖMÜR benim için..
Tedirgin gözleri bir sağa bir sola doğru hızlı hareketlerle gidip geliyordu. Bakışları hiç bakmadığım gibi bakıyordu kuru görüntülere. Herşeye hakim ve herşeyi boşvermişlik ikilemi arasında evrenin o küçücük alanında hükmediyordu tarihin tozlu ve çetin yaşanmışlıklarına..
Bu adam kimdi? Yüzü nasıl olur da herkesten farklı şeyler anlatıyordu?
Hava rüzgarlı ama sıcaktı. Kışı ardında bırakan bu mevsimde üzerine kazak ve üstüste iki mont giyinmişti. Korktuğu, soğuğun bedenine çarpması mı yoksa insan ömrünün bitirebileceği sebepler mi diye düşünürken gözlerime hiç bakmaması huzurumu kaçırmıştı. Gözünün içine bakmak isteği içinde toplumun tanımadığın birine bu kadar bakma durumunu hoş karşılanmayacağı ayrıca karşımdaki kişiyi rahatsız edebilmesi olasılığı en son umrumda olacak şeydi.
Bir insanın her zerresine ilk defa bu kadar dikkatli bakıyordum. Kafasındaki bere altında hangi saç renginin olduğunu düşündürüyordu. Birbirine yapıştırdığı bacakları.. üstüne güç almak için birbirine sıkıca kenetlediği ellerinin verdiği mağrur duruş ve parmaklarının arasından bacağına inen içinde iki ekmek olan market poşeti..
Huzur ve tedirginlikle sağa sola bakmayı sürdürüyordu gözleri.. Yüzü konuşuyordu sürekli.. Sayamadığım ama çok fazla olduğunu gördüğüm yüzündeki kırışıklıklar sadece yaşını değil koskocaman bir ömrü anlatıyordu..
Görmüş, geçirmiş.. Hepimizin uğruna nefes aldığı, kurbanı olduğumuz isteklerimizle, bitmeyen hırslarımızla, açgözlü ve vahşi düzenin içinde yer edinme telaşımızla, yaşamadığımız hayatın koşuşturmasıyla dalga geçiyordu çocuksu ifadesi.O farklıydı.. Elini, eteğini çekmişti. Çocukluk dönemi, gençlik dönemi, hayatı, hayalleri, ilişkileri, koşuşturmaları çoğu insandan farklıydı. Yüzünün ifadeleri, feri sönmüş gözleri yabancılaşmıştı artık dünyaya..
Hangi zamana aitti? Biz hangi zamana aidiz? İnsanlar doğru zamanda mı doğar, ölür sorusunun canlı haliydi..
Tüm bu kargaşa içinde bitmesini istemediğim filmini izledim gözlerinde ve yüzündeki kırışıklıklar mahzun bir şarkıyı çalıyordu. Hareketlenmesiyle kendime geldim ve ayrılık vaktinin geldiğini anladım. Elinde 'Hala ölmedim, yaşıyorum ve evime ekmek götürebiliyorum!' duruşunu yansıtan poşeti ve yaşama mecburiyeti içindeki ölü bedeni gururlu bir havayla yanımdan geçerken, gerçek hayata beni döndüren şey elindeki poşetten sızan ekmek kokusuydu..
O'na nasıl sesleniyorlar bilmiyorum ama O'nun adı ÖMÜR benim için..
Yorumlar
Yorum Gönder