Borçluyuz!

O gün.. haince vurulan sadece Abdi İpekçi değil ya da hain bir pusuda sessizliğe gömülen üstat Uğur Mumcu değildi. O gün üstatların hayatını feda ettiği gazetecilik mesleği haince vuruldu. Gazeteciliği, gazetecilik mesleğinin kutsallığı çerçevesinde yaşayan ve yaşatanlarla beraber  gömdüler..
Gazetecilik benim için bir tutku, bir vicdan meselesi. Uğur Mumcu gibi mesleği hakkıyla icra eden, umut kaynağı olan ve gazeteci ismini sonuna kadar hakeden idollerin meslek ahlakını okuyarak mesleğe olan saygımı gerçek hayata uyarlamak adına bu bölümü okuyorum.
Çok geçmedi ki içinde kahramanların olduğu, kötülerin ipliğininin pazara çıkarıldığı ve herkesin pamuklara sardığını zannettiğim gazetecilik mesleği, çoktan içinin boşaltılıp, paravan olarak kullanılıyormuş. Bu mesleğin içine girdikçe mesleğin evrildiği nokta beni hayretler içerisinde bıraktı. Benim de yeniden sorguladığım ve Türkiye toplumu olarak tekrar sorgulamamız gereken toplumun vicdan aynası olan bu dördüncü gücün geldiği nokta nedir?
21. yüzyıl Türkiye gazeteciliğinin inkar edilemeyecek çoğunluğu belli belirsiz çıkar gruplarının tekelinde faaliyet göstermekte, habercilik yerine reklamveren talepleri doğrultusunda yayıncılık yapmakta, halktan yana olmayan, halkı görmezden gelen politikalarla bu mesleği mezarında ters döndürmekte.
Mesleğin en acınası durumu ise mesleğe masum duygularla başlayan gazetecilerin, reklamveren istekleri süresince inim inim inlemesi ve daha sonra bu durumun gazeteciliğin makus talihi gibi görülmesi daha sonra bu doğrultuda yapılan (haberciliğin) zehrinin insanların kanına karışmasıdır. 
Gazetecilik, bugün kendisi hakkında söylenen herşeyin zıddı bandında ilerlemektedir. Tarafsız denilerek bağırmaların altında yatan tek şey güçlüden taraf olma seyrinde ilerliyor. Özgürce yapılan haberlerin hepsi güç sahiplerinin ayağına taş değdirmeyecek kadar özgürce yapılmaktadır. Gazetecilik ahlak ve etikleri ayaklar altına alınmış ve halktan adına çıkılan savaşın tek mağlubu yine halk olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
Gazetecilik, adalet gibi sözde ve özde farklı anlamlar yüklenilen kavramlar haline gelmiş. Ikisinin de çağrıştırdığı anlam ve ortaya koyduğu ifade birbiriyle alakasız seyretmektedir. Somut bir örnek üzerinden delillendirirsek;  bir öğretmen adayı atanamadığı için hayatına son veriyorsa bu durumda hiç bir adalet bu konuda tecelli edemiyorsa ve  hiçbir medya patronu bu konuya haber değeri biçemiyorsa geldiğimiz karanlık, adaletin ve gazeteciliğin gömüldüğü mezarın karanlığıdır.
Uğur Mumcu, “Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur” diyerek hepimizin vicdanlarımızı tekrar tekrar sorgulamamız gerektiği hususunda uyarmıştır. En çok susanlar, (gazeteciler) en çok suçlu olanlardır. Uğruna yola çıktıkları vicdan muharebesinde yolda bıraktıkları nitekim bu mesleğin şerefi ve kendi vicdanları olacaktır.
Sonuç olarak gazeteciliğin günümüzdeki durumu komplike bir ticaret ağına dönüşmüş, güçlülerin hakimiyetindeki gazetecilik ezilenlerin, mağdurların, ötekilerin ve istisamara uğrayan çocukların sesi olamamış, Uğur Mumcu dünyayı tek başına kurtaramamış, cesur olmanın bedelini daha korkak bir meslek alayı bırakarak ödemiş, sanırım ondan sonra kimse hain bir pusuya karşı kalemini dik tutma, kariyerini belirlenmiş çizgilerin dışına çıkma veya ekonomik kaygılarının önüne geçme cesaretini kendinde bulamamış herhalde. Gazeteciliği gönül ve vicdan işi olarak  bakarak mirasına sahip çıkmak adına “Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım unutma bizi… Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi…”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yerel basın kaderine terk edildi!

Sanat, 1 Film

Sosyal devlet