Sosyal devlet

  Herkesin sosyal devlet tanımını sessiz  harflerle bile olsa sorguladığı bir döneme geldik. Kaçınılmaz olan bu sınıflarüstü muhakemenin kendini bir salgınla göstereceği tahmin edilmesi güç bir varsayımdı. Tarihte buna benzer örnekler varsa da bulamadım. Çoğu kavramın kırılma eşiğine geldiği şu günlerin mirasını yarına bırakma bilincine ne kadar hazır bir dünya var?

  Literatüre yansıyan açıklamasıyla sosyal devlet ilkesi, devleti, tüm gerekli edimleri “insan onuruna yakışır bir yaşamı güvence altına almak için" yerine getirmek üzere yükümlendirmektedir. Ekonominin gereklerine ve toplumun ihtiyaçlarına uygun bir alt yapı, kapasiteli bir yol ağırım, trafik sisteminin kurulması, bakımı, enerji ve su ihtiyacının sağlanması ve günün ihtiyaçlarına cevap veren bir eğitim sisteminin kurulması gibi pratikte varlığı politik çıkarlar etrafında seyreden sistemin tezahürüdür. Bu anayasal güvencelerle koruma altına alınmış düzen "Toplumun tümü ve onun üyeleri birçok bakımlardan devlet edimlerine muhtaçtırlar" yargısıyla insan kimliğine işlenmiştir. Bu şartlandırma karşında olası bütün alternatifler yok hükmündedir. Romantik söylemelerle temellendirilmiş ve son damlasına kadar empoze edilmiş bu sistemin tozlarını silkelediğimiz zaman enkaz olarak gördüğümüz şey sadece biziz.

  Bu sistemin tarihi insanlık tarihinin küçük bir dilimini kapsamakla beraber günümüze kadar yaşamayı sürdürmüştür. Klasik anlatımla devlet serüveni insanların Mezopotamya ve Nil kıyıları gibi sulak alanlar çevresinde toplanmasıyla ilk ayağı oluşmuştur. Bu bölgelerde tarımın ortaya çıkması ve suyun paylaştırılması için verilen mücadele, devlet kavramının ortaya çıkmasının en önemli sebepleri arasında görülür. İlkel toplumlarda devletin oluşumunun başlangıç noktası toplumdaki farklılaşmalardır. Bu farklılaşmalar; göçebeler ve yerleşik yaşama biçimine sahip olanlar, çiftçiler ve çobanlar, halk ve büyük adamlar arasında gerçekleşmiştir ve zamanla eşitliğin bozulmasına sebep olarak devlet kavramını yaratan sebeplere dönüşmüştür. Tarımla birlikte mülkiyet kavramı var olmuş ve tarımsal ürünün eşit paylaşılmamasından dolayı toplumsal katmanlar meydana gelmiştir. Bu durum devletin oluşumuna yardımcı olmuştur. Farklılaşmalar ortak payda yerine keskin hatlarla çizilecek olan devlet tekeline bir daha asla geri dönülemez ayrışma ve ötekileştirme sistemine kurban edildi. Bu süreç içerisinde önemli olan bir diğer ayrıntı mülkiyet kavramının legalleştirecek uygun ortamı sağlamasıdır. Devlet sistemi insanları ekonomik, ırksal, dinsel ve en somut örnek olarak sınır çizgileriyle böldü. Küresel salgın gibi heryere nüfuz eden bu anlayış insanları en nazik haliyle ehlileştirdi. İnsanlık minimize edilmiş alanlara sıkıştırıldı. Bu konuda Max Weber'in yaygın olarak kullandığı bir tanım, "devlet" in meşru şiddet kullanımı üzerinde bir tekeli sürdüren bir yönetim olduğudur.

   İlkel devlet anlayışından günümüz modern devlet anlayışına kadar değişimler elbette oldu. Bu konuya değinmeden günümüz dünyasındaki sosyal devletin vardığı noktaya gelmek istiyorum. Tarihte yaşanan olaylar, devrimler, savaşlar, çöküşler bu çatı kavramı nadiren kurcaladı. Arayışlar daha çok ekonomik, siyasi ve politik alan çerçevesinde tartışıldı. Asıl konu bu varlığın bizi getirdiği sosyoekonomik çıkmazlar, adalet ve eşitsizliğin resmileşmesi, insanların yaşam kalitesi arasındaki derin uçurumlar, ve herşeyi toz pembe gösteren manipülatif söylemler ve bunu destekleyen eylemler bütünü.  

  Teoride bize sunulan sosyal devlet anlayışının pratikteki hiç bir karşılığı yok. Azınlık sayılabilecek yerlerde tahammül edilebilir seviyede olan bu sistem geri kalan dünya nüfusu için eziyetten başka birşey değildir. Sosyal devlet sisteminin teorilerini gerçeğe dönüştürme olasılığı da yok. Sosyal devlet günümüzde olduğu gibi eşitliği, sosyal adaleti, insan hayatının onuruna yakışır yaşam güvencesini de yükleyemeyecek kadar yapay bir sistemdir. İnsanüstü bu yapı insana dair olamaz. İnsana ait hiçbir çözüm ve yetki merci de olmamalıdır. Bakunin, bu varlığı şöyle anlatırken çok haklıydı; Devlet… politik azamet uğruna üzerinde insanların gerçek özgürlüğünün ve refahının kurban edildiği sunaktır; ve bu kurban ediş ne kadar eksiksizse Devlet de o kadar mükemmel olacaktır…

  Bugün herkesin hissettiği ama dile getirmekten bile korktuğu şey bu yapıdır. Çünkü insanın insan için ürettiği bir yapı, insanın en güçlü düşmanı haline gelmiştir. Bu histerik anlayışın bireysel çaba ile iyileşmemesi bu yapıyı güçlendirdi ve yerini sağlamlaştırdı. Tabi ki bu kabul edilemez adaletsizlik ve eşitsizliğin kanını emdiği insanlığı kırılma noktasına ulaştırdığı gün dünya kendini yeniden doğuracaktır. Vahşi sistemin ve anlayışların sonu alt üst olmaya mahkumdur.

  Küresel çapta başa çıkılmaya çalışılan bir salgın, sosyal devletlerin taktik ve stratejileri bu kavramın değneklerindeki çürümeyi gün yüzüne çıkardı. Pekâlâ üzerine yığılmış bir dünya fener varken saklanması kolay olmuyor.







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yerel basın kaderine terk edildi!

Sanat, 1 Film